8 Mart 2018 Perşembe

Güneş’in Isıtmadığı Diyarların Kâbusları

Şiddet ve yoksullukla yerinden edilmiş, kaderlerine terkedilmiş mülteci ve göçmen çocukların hakkı değildi bunlar. Dört tarafından kuşatılan yaşama yeni çıkmış yavruların gülmeyi öğretmeden acı ile ağlamayı öğrettiler. Patlamalarla yıkılan binaların enkazlarında yiyecek tek bir lokma bile bulamayan insanların hikâyeleriydi bunlar.
Ne uğruna üzüldü bunca insan?
Eline silah almış kendine adam diye hitap eden zat!
Dur artık! Yetmedi mi döktüğün kanlar? Yetmedi mi haksız yere kazandığın toprakların sömürgesi? Yetmez miydi bu dünya hepimize? Suriye, Irak, Afganistan, Yemen, Somali, Mısır daha ismini sayamadığım onlarca ülkedeki alıp veremediğin şey ne? Eline bulaştırdığın bu kırmızı lekede neyin nesi?
Bak! Savunmasızları öldüren savaş illetine. Afganistan’dan Umuda Yolculuk adında daha güzel yaşam bulmak umuduyla yola çıkıp Ege Denizi kıyılarına vuran cesetlere. Ne işleri vardı Ege’de?
On yaşındaki kız çocuğunun binecekleri şişme bot batarsa diye kıyıya bıraktığı örgülü saçı gördün mü? Belki annesi örmüştü o saçları, kim bilir? O saçı kimin ördüğü meçhul ama senin o masum çocuğun yaşama hakkını öldürdüğün gerçeğini değiştirmiyor.
Habercilerin fotoğraf kadrajına sığan insanları görüyor musun? Hani o fotoğraflardan birinde bir çocuk vardı. Bir elinde kaybettiği annesinin çantası diğer elinde kardeşinin biberonu bulunuyordu. Niye ayırdın o kız çocuğunu annesinden, ne suçu vardı da bu kadar zulme reva gördün?
Biz sağlıkçıların içini titretmiş bir fotoğraf daha vardı hatırlar mısın bilmem… Beş yaşındaki Ümran ambulansta kanlar içinde oturuyordu. Yüzünün sol tarafı kendi kanı ile kırmızıya boyanmışken diğer tarafı savaşın kirli beyaz tozlarından görünmez olmuştu. Küçük bir çocuğun anne ve babasının nerede olduğundan habersiz ambulansta ne işi var?
Peki ya Omran’ı hatırlar mısın? Tişörtünün üzerindeki popüler bir çizgi film karakterinin resmi vardı. Siz akıttığınız kanlar, yıktığınız binaların tozu ile göremediniz onu, biz gördük. Üstüne çöken binanın enkazından Omran’la beraber üç çocuk daha kurtarıldı haberin var mı? Ne uğruna yıktınız o binaları çocukların başına?
Savaşın korkunç yüzünü anlamak için kıyıya vurmuş bir beden bulmak gerekmiyor. Sadece dinlemek gerekiyor. Bir bebeğin korku dolu ağlamasını, bir çocuğun korunma isteyen çığlıklarını, bir annenin ya da genç bir kızın namusuna göz dikmiş kendini adamdan sayan şeref yoksunlarından kurtulmak için yalvardığını duyuyor musunuz?

Oscar’a aday gösterilen Ayla filminde hangimiz ağlamadık ki? Savaşın ortasında annesinin ölü bedenin yanında ağlarken bulunan Ayla bebeğin hikâyesine hepimiz gözyaşları döktük. Onu bulan Türk askerinin ölümü göze alarak koruması ve büyütmesi ile gurur duymayan var mı? Yoktur elbet. Gittiği yere savaşı götürmeyen tek devlet olarak ben askerimizle gurur duyuyorum.
Sen anlamazsın Türklerin savışını. Biz Türkler bu haksızlığı bitirmek için Kızıl Elma dedik. Adaleti ve kardeşçe yaşamayı hedef kıldık. Sen söyle o vakit Kızıl Elma neresi? Sen göster ki bize o yeri, biz oraya Barış’ı getirelim. Senin savaşarak gösteremediğin o mutluluk gözyaşlarıyla yeşeren çiçekleri biz büyütelim…
Çocuklar bizim geleceğimizdir…
UNICEF’in rakamlarına göre dünya üzerinde tıpkı Ümran, Omran, Ayla gibi annesi ve babasını kaybetmiş, yurdundan evinden ayrılmak zorunda bırakılmış, kimi zaman adını bile unutan yirmi sekiz milyar kayıp çocuk bulunmaktadır.  Üstelik bu çocukların bir buçuk milyonu ülkemizde yaşıyor.

ÇOCUKLARI SAVAŞLA MUTLU EDEMEZSİNİZ! YIKIK BİNALARIN ARASINDA YAŞAMAKTANSA PARKLARDA YAŞAYAN BİR NESİL GÖRMEK İSTİYORUZ.